2 Ocak 2021 Cumartesi

Verimli ve Süreğen Fikir İşçiliği için Strateji ve Teknikler

Böyle bir yazıya Jules Payot'nun "İrade Terbiyesi" başlıklı kitabını zikrederek başlamak gerek. Bu harika kitap bir fikir işçisinin (intellectual worker) verimli bir şekilde çalışabilmesi için kendi iradesini nasıl terbiye etmesi gerektiğini mükemmel bir şekilde inceliyor. 

Bu kitabı 2019 yılının sonlarında okudum. Ali Fuat Başgil'in "Gençlerle Başbaşa"sını ise lisede okumuştum. 2019'dan birkaç yıl evvel verimli ve süreğen fikir işçiliğine dair kendi teknik ve stratejilerimi telefonumdaki not defterine kaydetmeye başlamıştım. Bunlar zamanla arttı ve bunları burada paylaşmamın iyi olacağını düşündüm. "Teknik" ile nispeten küçük, "strateji" ile ise nispeten daha geniş çaplı uygulamaları kastediyorum. 

Bunları sıralamaya geçmeden önce bu yazıyı okuyan herkese herşeyden evvel Payot'nun ve Başgil'in yukarıda bahsettiğim kitaplarını hararetle öneririm. (Fazlası için şu yazarların ahlaki eserlerini öneririm: Seneca, Cicero, Marcus Aurelius, Epictetus.)

İkisi de her yaşta okunabilir cinsten. Hatta birkaç sene aralıklarla okumakta fayda var. Payot ve Başgil'in teknik ve stratejilerini hatırladığım kadarıyla buraya yazmamamaya çalışacağım. Ayrıca buraya herkesin bildiği "çalışma arasında yürüyüş yaparak zihnini dinlendir" gibi şeyleri de yazmayacağım. 

Umarım aşağıdakilerin başkalarına da faydası olur. Sizin de kendi geliştirdiğiniz uygulamalar vardır. Onları yorumlara yazarsanız sevinirim. En başta bunları kendime notlar olarak yazmış olduğumdan sen dili kullandım. Felsefe ve sosyal bilimler alanında çalıştığımdan örneklerin çoğu bu alanlardan verildi, ama bunlar ekseriyetle diğer alanlara uyarlanabilir. Bu yazıya sürekli eklemeler yapacağım. Önce stratejileri yazıyorum, sonra teknikler:

STRATEJİLER

Konu odaklı çalışma; problem odaklı çalış. Konu odaklı çalışırsan zamanla sıkılacağını garanti edebilirim. Bir problemin peşinden git. Örn: Kant'ın ahlak felsefesi çalışma; Kant'ın ahlak felsefesindeki bir problemi çalış. Böylece problem seni peşinden sürükleyecek. Bu sürüklenme esnasında başka alanlara gir-çıklar yapmaktan çekinme. Ayrıca problemi çözdüğünde sahici bir çalışma yaptığını hissedeceksin. Bu seni daha fazla motive edecek.

Her ne çalışıyorsan ona motive olmak için çalıştığın şeye angaje ol. Örn: Çocuk hakları çalışan bir hukukçuysan çocuk hakları savunucusu bir organizasyona angaje ol. Çözmeye çalıştığın problemlere angaje olursan duyguların harekete geçecek. İnsan eylemlerinin arkasındaki en büyük saik akıldan ziyade duygulardır. Gerçek hayatta problemlerin çözümüne katılırsam başıma birşey gelir diye korkma. Gelirse bu, senin ancak motivasyonunu, strateji kabiliyetini ve etkini artırır.

Günde 10 saatten fazla çalış. Bunu uykundan ödün vermeden yap.

Mümkün mertebe her zaman bir okuma grubuna dahil ol. Yoksa sen kur.

En önemliden en önemsize kadar yapabileceğin şeylerin bir listesini her zaman elinin altında bulundur. Zorlasan da canının çalışmak istemediği zamanlarda bu liste üzerinde sırayla yukarıdan aşağıya in. Canın hangi noktada çalışmak istiyorsa onunla yetin. O günü ziyan etmekten iyidir.

TEKNİKLER

Ertesi gün ne yapacağın kesin belli değilse (hatta öyle olsa bile) yapacağın şeyleri geceden bir not kağıdına yaz. İraden karar aldığında kararın eyleme geçmesi için irade gücünün oluşmasına böylece zaman tanı.

İradene zaman tanıma tekniğinin aynısını şu şekilde de kullan: Birşey yaparken o bittikten sonra hangi işe geçeceğine karar ver. Böylece elindeki iş bittiğinde sıradaki işe daha yüksek bir irade gücüyle başlayacaksın ve bu, her bir işte motivasyonunun daha uzun sürmesini sağlayacak.

Gece yatağa girmeden önce o gün ürettiğin fikir işinin miktarını kafanda bir müddet gezdir. Bu küçük gündelik tatmini kaçırma.

Gezen zihin (wandering-mind) olgusunu bil. Zihninin/dikkatinin fikir işçiliğinden uzaklaşıp amaçsızca veya eğlenceli şeyler arasında gezmesine izin verme. Dikkatin sahip olduğun kıt kaynaklardan biri.

Ara ara fikirlerini beğendiğin düşünürlerin biyografi, otobiyografi ve anılarını çerez niyetine oku.

Sabah kahvaltıdan önce 1 saat (mümkünse 2 saat) çalış. Gün nasıl başlarsa öyle ilerleme eğilimi gösterir.



5 Aralık 2020 Cumartesi

İslam felsefe tarihini nasıl okumalı ve yazmalı?

Felsefe tarihi yazmada birkaç yaklaşım var. Bunları kabaca doksografik, filolojik, tasvirsel, felsefi, analitik olarak sıralayabiliriz. Felsefe tarihyazımı metodolojisi kitaplarında daha fazla yaklaşım bulmak mümkün, ama belli başlıları bunlar. Bu yaklaşımların her biri diğerleriyle bir derece çeşitli bakımlardan örtüşür. Mesela felsefe tarihindeki bir metni filolojik açıdan iyi anlamadan onun analitik incelemesini yapmak zordur. Ama yine de bu yaklaşımları birbirlerinden ayıran önemli hususlar vardır. Sözgelimi doksografik yaklaşım felsefe tarihinde sadece doktrin ve fikirleri tasvir etmek ile yetinirken, analitik yaklaşım bunlarla diyaloğa girmeye daha fazla odaklanır.

Kabaca bu yaklaşımları felsefi metodların en az kullanıldığı yaklaşım olan doksografik yaklaşımdan felsefi metodların en çok kullanıldığı yaklaşım olan analitik yaklaşıma kadar değişen bir yelpaze üzerinde modelleyebiliriz. Yazının ilk cümlesinde yaklaşımları sıralarken zaten bu yelpazedeki yerlerinde göre doksografik olandan analitik olana şeklinde sıraladım. Yani en az felsefi yaklaşımdan en çok felsefi yaklaşıma doğru soldan sağa yelpazenin iki ucunda şu yaklaşımlar bulunuyor: doksografik yaklaşım - analitik yaklaşım. 

Felsefe tarihinin çeşitli alanlarında bu yaklaşımlardan bazılarının daha ağırlıklı olarak kullanıldığını görüyoruz. Misal antik Yunan ve modern Avrupa (18. ve 19. yy.) felsefesi tarihlerinde bu yaklaşımların hepsinin bolca kullanıldığını görüyoruz. Buna karşın Ortaçağ İslam felsefesi tarihinde ise çoğunlukla doksografik, filolojik ve tasvirsel yaklaşımların kullanıldığını görüyoruz. Bir diğer deyişle, Ortaçağ İslam felsefesi tarihinde düşünürlerin ilgilendikleri problemlerin ve bunlara sundukları çözümlerin tasvirini sunmakla yetinen, ama bu problemlerin ve çözümlerin analitik ve felsefi incelemesiyle ilgilenmeyen bir tutumun baskın olduğunu görüyoruz. Felsefi ve analitik yaklaşımlara bu alanda çok nadir rastlanılıyor. Zaten tam da bu nedenle İslam felsefesi Batı üniversitelerinde ve hatta Türkiye'deki üniversitelerin çoğunda Felsefe bölümlerinde değil, Islamic/Religious Studies, Near Eastern Studies bölümlerinde ve İlahiyat fakültelerinde çalışılıyor. Yani İslam felsefesi tarihi aslında felsefe tarihi olarak ele alınmaktan ziyade İslam ve din çalışmaları gettosuna sıkışmış vaziyette.

Bu durum Ortaçağ Latin felsefesi ile kıyaslandığında daha da belirginleşir. Ortaçağ Latin felsefesi 1980'lere kadar Ortaçağ İslam felsefesi tarihinin şu andaki hali gibiydi. Ancak 1980'lerde özellikle Profesör Norman Kretzmann liderliğinde bir grup felsefe tarihçisinin girişiminleriyle bu alanda bir devrim gerçekleşti. Artık Ortaçağ Latin felsefesi analitik metodların bolca kullanıldığı bir alan haline geldi ve bu bakımdan antik Yunan felsefesi tarihinin sahip olduğu konuma yaklaştı. Felsefe alanında teizmin son onyıllarda yeniden muteber bir felsefi görüş haline gelmesi ile bu bahsettiğim devrim arasında paralel bir ilişki var.

Benzer bir devrimin gerçekleşmesi İslam felsefesi tarihinde de elzemdir. İslam felsefesi tarihinde bulunan felsefi problemlere yönelik geliştirilmiş olan çözümlerin mumyalanmış canlılar veya antika cisimler gibi sadece tasvirsel incelemesinin yapılması, o dönemin filozoflarının Platon ile yapıldığı gibi diyaloğa girilmesinin uygun bulunmaması gerekçelendirilmiş bir tutum değildir ve bir önyargıdan ibarettir. Bu önyargı aslında oryantalizmin felsefe alanındaki etkisinin sürdüğünü gösteriyor. Elbette bu durumun tek sebebi felsefi oryantalizm değil. İslam felsefesi tarihi metinlerinin yeniden keşfi ve bunların öncelikle edisyon-kritiklerinin yapılması gibi filolojik bakımdan daha yapılacak pekçok işin olması da bunun sebebleri arasında.

Bununla birlikte Batı üniversitelerinde Felsefe departmanlarını çeşitlendirmeye yönelik çağrılar hız kazanıyor. Bu çağrıların sonucu olarak Felsefe departmanlarında Çin, Hind ve İslam felsefesi gibi Batı-dışı felsefe ekolleri de öğretilmeye başlanıyor. Bunun sonucunda birkaç onyıl sonra antik Yunan düşünürleriyle tartışıldığı gibi Ortaçağ İslam filozoflarıyla da tartışmak mümkün olacak. Şimdiden buna yönelik ciddi adımlar atılmış durumda. Ancak bu devrim Türkiye'de çoktan gerçekleşmiş olmalıydı, ama bundan hala uzağız. Yine de gidişatın o yönde olması sevindirici.

İslam düşüncesi tarihinde üretilen fikirlerle sağlıklı bir hesaplaşmanın mümkün olmasının ancak analitik yaklaşıma ulaşıldığında mümkün olacağını düşünüyorum. Bu fikirleri toptan reddeden veya toptan kabullenen çok az kişi var. Türkiye'de toplumun çoğunluğu bu iki radikal tutum arasında bir yerde (çoğunlukla tarihte yaşama tutumuna yakın tarafta) yer alıyor. İşte bu fikirlerden hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış, hangilerinin aşılmış, hangilerinin hala geçerli olduğunu anlamak için bu fikirleri felsefi ve analitik yöntemler ile incelemek gerekiyor. Bunu yapabilmek için ise hem modern felsefeyi, hem de İslam felsefe tarihini öğrenmek gerekiyor. Bunlardan sadece birini öğrenmek İslam felsefesi tarihini yazmak için yeterli değil. 

O zaman İslam felsefesi tarihini ideal olarak nasıl okumalı ve yazmalı? Çağdaş felsefeyi (mümkünse analitik felsefe) ve İslam felsefesi tarihini (mümkünse tüm felsefe tarihiyle birlikte) bilerek okumalı ve yazmalı.

23 Mayıs 2019 Perşembe

Siyasi İlahiyat: Liberalizmin Teolojik Kökenleri (İçindekiler, Prof. Gillespie'nin Önsözü, Giriş ve kitap hakkında yazılanlar)


SİYASİ İLAHİYAT: LİBERALİZMİN TEOLOJİK KÖKENLERİ
Orion Yay., 2018, çev. Sefa Mertek


İÇİNDEKİLER

Türkçe Baskıya Takdim ve Teşekkür................................. 13
Teşekkür........................................................................ 15
Önsöz (Prof. Michael A. Gillespie tarafından)..................... 17
Giriş.............................................................................. 23

FELSEFE VE TEOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ..... 33

LİBERALİZMİN PROTESTAN TEMELLERİ.........45
2.1. Protestanlığın Avrupa’da Ortaya Çıkışı ve İngiltere’de
       İlk Başlardaki Serüveni.............................................. 47
2.2. Protestanlığın Bireycililik, Özgürlük ve Eşitlik
       Kavramlarının Ortaya Çıkışına Etkisi........................... 54
2.3. Protestanlığın Akılcı Yönü: Gelenekleri Sorgulama....... 63
2.4. Protestan Reformcularının Hümanizmi........................ 65
2.5. Protestan Ahlakının Ekonomik Liberalizmin ve
    Kapitalizmin Doğuşuna Etkisi..................................... 71
2.6. Din Savaşlarından Tükenmişliğin Sonucu Olarak Dinî
       Hoşgörünün Doğuşu.................................................. 80

AHİT TEOLOJİSİ: KAYIP BİR KOMÜNAL ÖZGÜRLÜK GELENEĞİ..... 95
3.1. Ahit ve Sözleşme Kavramları..................................... 96
3.2. Ahit Fikrinin Tarihi.................................................. 102
       3.2.1. Yahudi Tarihinde Ahit Fikri............................. 102
       3.2.2. Aziz Augustinus’un Düşüncesinde Ahit Fikri..... 106
       3.2.3. Ortaçağda Ahit Fikri........................................ 108
       3.2.4. Protestan Reformasyonu Sürecinde ve Erken
                 Modern Dönemde Ahit Fikri............................ 109
       3.2.5. Reformasyon Sürecinde ve Erken Modern
                 Dönemde Ahit Fikrinin Farklı Yorumları........... 112
                 3.2.5.1. İsviçre Reformcularının Ahit Yorumu.... 112
                 3.2.5.2. Alman ve Hollandalı Ahit Yorumları...... 118
                 3.2.5.3. İngiliz Ahit Yorumu............................. 119
                 3.2.5.4. İskoç Ahit Yorumu.............................. 124
                 3.2.5.5. Huguenot Ahit Yorumu........................ 127
                 3.2.5.6. Amerikan Ahit Yorumu........................ 127
       3.2.6. Ahit Teolojisinin Çöküşü ve Ölümü.................. 130
3.3. Ahit Teolojisi ve Liberalizm Arasındaki İlişki............. 131
       3.3.1. Ahit Teolojisi, Sosyal Sözleşme Doktrini ve
                 Tiranlığın Tanımı............................................ 135
       3.3.2. Ahit Teolojisi, Anayasalcılık ve Tiranlığa Karşı
                 Direniş........................................................... 143
       3.3.3. Ahit Teolojisi ve Federalizm............................ 154
       3.3.4. Ahit Teolojisi ve Modern Demokrasi................. 165
3.4. Ahit Teolojisindeki İlliberal Temalar.......................... 170
3.5. Sonuç..................................................................... 172

LİBERALİZMİ HRİSTİYAN TEOLOJİSİNE DAYANDIRMAK: JOHN LOCKE’UN LİBERAL SİYASÎ TEOLOJİSİ.................................. 183
4.1. Locke’un Hristiyanlık Anlayışı ve Teslis-karşıtlığı
       (Anti-Triniteryenizm)............................................... 187
4.2. Locke’un İnsanların Doğal Eşitlik Durumunda
       Yaratıldığına Dair Önkabulü..................................... 211
4.3. Locke’un Mutlak Monarşiyi İncil’den Argümanlarla
       Eleştirmesi.............................................................. 216
4.4. Locke’un Özel Mülkiyet Hakkını Gerekçelendirmesi
       Altındaki Teolojik Önkabul: Tanrının Sureti (Imago
       Dei) Fikri................................................................ 226
4.5. Locke’un Mülkiyeti Miras Edinme Hakkını
       Gerekçelendirmesi Altındaki Teolojik Önkabul........... 228
4.6. Liberal Hoşgörü İlkesinin Teolojik Temelleri.............. 231

LİBERALİZMİN DOĞAL HUKUK VE DOĞAL HAKLAR GELENEĞİNDEKİ TEOLOJİK TEMELLERİ............................. 273
5.1. Erken Modern Dönem Öncesi Doğal Hukuk Teorileri.. 287
       5.1.1. Antik Çağda Doğal Hukuk Teorisi.................... 287
       5.1.2. Thomasçı Doğal Hukuk Teorisi........................ 290
        5.1.3. Reform Liderlerinin Öğretilerinde Doğal Hukuk
                 Teorisi........................................................... 301
5.2. Reformasyon-sonrası ve Erken Modern Dönemlerin
       Yazararının Düşüncelerinde Doğal Hukuk Teorisi....... 309
5.3. Erken Modern Çağda Doğal Hukukun Sekülerleşmesi. 315
5.4. Locke’un Düşüncesinde Doğal Hukuk ve Doğal Haklar,
       ve Liberal Siyaset Felsefesinin Teolojik Temeli........... 331
5.5. Locke’un Liberal Siyaset Teorisini Uygulamanın
       Önkoşulu Olarak Tanrıya İman........................................... 352

DOĞAL HAKLAR LİBERALİZMİNİN ÇELİŞKİLERİNİN TARİHÎ TEMELLERİ ve İZLENMESİ GEREKEN YOL OLARAK HUKUKΠÇOĞULCULUK............................. 377
6.1. Locke’un Felsefesindeki Çelişkiler............................ 377
6.2. Doğal Hukuk ve Doğal Haklar Teorilerinin Çelişkileri:
       Hume Problemi ve Aklın Araçsallaşması.................... 380
6.3. Sonuç: İzlenmesi Gereken Yol Olarak Hukukun
       Çoğulcu Bir Klasik Liberal Teori............................... 403

Sonuç .......................................................................... 415
Kaynakça..................................................................... 418
İndeks ......................................................................... 438


ÖNSÖZ
Prof. Michael A. Gillespie
Aydınlanmanın inanç unsurlarından birisi; dinin yanlış öğretilerinde en belirgin şekilde tezahür etmiş olan hurafelerin zararlı etkisi hele bir ortadan kaldırılabilirse, aklın dünyayı yönetebileceği kanaatidir. Voltaire’ın Vurun kahpeye!’ deyişi,[1] bu iddianın belki de en ünlü ve uç biçimidir ama kesinlikle benzersiz değildir. Aklın hakimiyetini tesis etmeye yönelik bu umut çeşitli şekillerde defalarca yeniden ortaya çıkmıştır. Bu umut analitik felsefe projesinin kalbinde yer alır ve Richard Dawkins, Daniel Dennet, Sam Harris ve Christopher Hitchens gibi çağdaş düşünürlerin rasyonalist materyalizminde net bir şekilde görülebilir. Liberalizmin temelini oluşturan rasyonalist dünya görüşünün bu ve diğer temsilcileri eğer batıl inançlara duyulan ihtiyacımızı ortadan kaldırabilirsek Immanuel Kant’ın söylediği gibi kendi vesayetimizden kurtulabileceğimize ve özgür, rasyonel varlıklar olarak yetişkinliğe girmiş olacağımıza inanmaya başladılar. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından bu yana Aydınlanma görevini tamamlama, kendimizi doğanın efendisi ve sahibi yapma, liberal bir rejim kurma ve yalnızca akılla yaşama kapasitemiz hakkındaki şüpheler sürekli büyümektedir. Doğanın derisini ne kadar çok soyarsak, onun gerçekliği o kadar çok görünmeyen derinliklere batar; kendi ruhumuzu ne kadar derin kazarsak iç doğamız bakışımızdan o kadar uzaklaşmış görünür; ve kendi tarihsel gelişimimizi ne kadar çok incelersek önkabullerimizin yetersizliğini o kadar farkederiz. Çabalarımız ve umutlarımıza rağmen bu yüzden hem bireyler hem medeniyet olarak kendimize birçok açıdan yabancı kalırız.
Kendimizi anlama konusundaki yetersizliğimiz, harika araçlarımız yardımıyla olağanüstü keskinlikle hem makrokozmosu hem de mikrokozmosu gözlemleyebilen duyularımızın zayıflığının sonucu değildir. Göremediğimiz şey hayal edilemeyecek derecede uzakta veya inanılmaz küçük bir şey değil, aksine hemen elimizin altında ve kendisine aşina olduğumuz için daima gözden kaçırdığımız birşeydir. Aşikar veya verili olduğunu zannettiğimiz şeylerde pusuya yatmış olan soruları görmedeki başarısızlık, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı birçok kez ve zaman zaman felakete sebep olacak şekillerde yönlendiren ve biçimlendiren güç ve yapılara bizi maruz bırakır.
Şimdi, birisi belirli verili şeyleri kabul etmedikçe hiçbir şeyi anlayamayacağımızı makul bir şekilde söyleyebilir. Aşırı-Kartezyen bir biçimde herşeyi sorgularsak sağa veya sola dönüp dönemeyeceğimize karar veremeyecek, hatta hayatın ölümden daha iyi olup olmadığını saptayamayacak şekilde felç olacağız. Dolayısıyla anlama faaliyetinin kökeninde, her zaman, verili ve gerçek olduğunu farzettiğimiz önyargılar bulunmaktadır. Bu nedenle önkabulsüz bir akıl umudu bir illüzyondur ve daima belirli bir dünya anlayışı içinde yaşamamız kaçınılmaz ve aslında insan gelişimi için gereklidir. Tüm bunlar doğrudur ama Oedipus’un hikayesinin ima ettiği gibi önkabullerimize olan bağlılığımız aynı zamanda sorunlara neden olabilir. Oedipus “talihin çocuğu” olduğunu, olağanüstü muhakeme kuvvetini kullanarak kendi gayretleriyle kendi kendini yaptığını tasavvur etti ama o, kendisine en yakın olan şeyi, kendi doğru başlangıçlarını ve kendi davranışlarıyla yarattığı felaketleri kendisine gösterecek şeyi gözden kaçırdı. Theban korosu, Antigone’un ilk korosal kasidesinde Oedipus’a göndermede bulunarak, makul bir şekilde, Tanrıların böyle bir adamın kendilerinin eşiğini aşmasına hiçbir zaman izin vermemeleri için Tanrılara yalvaran bir duayla sonuçlanır.
Modern liberalizm, Aydınlanma ideallerinin somutlaşmış halidir ve din ihtiyacını aştığına genellikle ikna olmuştur. Bu, liberalizmin teolojiden ilham alan radikalizme karşı yürüttüğü mevcut mücadelenin doğruluğuna olan inancının önemli bir parçasıdır. Liberaller, aklın ve bilimin gücünün, ilahi bir güce olan batıl bir inancın yardımı olmaksızın, kendilerine sadece geleceğe doğru bir yol haritası çizme kapasitesi değil, aynı zamanda bunu yapmak için ahlaki bir hak ve başkalarını da (benzer şekilde) “özgür olmaya zorlamak” için ahlaki bir hak verdiğine inanırlar. Elbette tüm kesimlerden köktendinciler bu inançla karşıt fikirdedirler ve insanların sadece iyi değil aynı zamanda doğru bir şekilde yaşamak için çeşitli derecelerde ilahi vesayete ihtiyaç duyduğuna inanırlar. Dahası, onlar ve daha az radikal inançlı birçok kişi sık sık bizatihi sekülerliğin dini inancın sadece başka bir formu olduğunu iddia ederler.
Rasyonalistler genellikle bu iddiaları cahil müminlerin saçma fantezileri olarak başlarından savarlar, ancak ya bu iddialar o kadar saçma ve bu müminler o kadar cahil değilse? Ya hala batıl inanca saplanmış olanlar akla olan inancımız yüzünden az ya da çok bize görünmez hale gelen bir şeyi görüyorlarsa? Ya biz kim olduğumuzu göremeyecek kadar akıl ve bilimin devasa gücüne kapılmışsak? Aydınlanma’nın gerekliliklerinin temelinde yer alan entelektüel dürüstlük bu olasılığı en azından değerlendirmemizi gerektirir.
Tarih üstüne tefekkür etmenin en önemli yönlerinden birisi kendi kökenlerimize dair daha derin bir kavrayış edinmek ve böylece Oedipus’un kibirli şimdiciliğinden (presentism) ve onun sıklıkla ürettiği felaketlerden kaçınmamıza yardım etmektir. Eğer Oedipus, harekete geçmeden önce kendisinden biraz daha az emin ve kendi kökenleri üzerine tefekkür etmeye daha istekli olsaydı, kendisini ve şehrini büyük bir ızdırap ve elemden kurtarabilirdi. Seküler Batı örneğinde, özellikle kendi zaferimizi ilan ettiğimiz bir çağda, böyle bir tefekküre ihtiyaç duyulmasında ısrar etmek bana eşit derecede önemli görünmektedir.
Bununla yeterince eleştirel olmadığımızı kastettiğime hükmetmek yanlış olur. Aslında biz genellikle Oedipus gibi aşırı eleştireliz. Hakikaten, Goethe’nin Mefistofeles’i gibi, sıklıkla, hepimiz daima hayır diyen ruhlarız (der Geist, der stets verneint). Her şeyi eleştiririz, ancak eleştirilerimiz bizatihi tam da zamanımızı karaterize eden rasyonalizme dayalıdır, kendisini tamamen seküler olarak anlayan bir rasyonalizme, kendi kökenleri hakkında şaşırtıcı bir şekilde eleştirel olmayan bir rayonalizme.
Liberalizmin köklerinin bu rasyonalizm içinde bulunduğunu sanıyoruz ve yine de liberalizmin kaynağındaki kendiliğinden-aşikar (self-evident) hakikatler (evrensel eşitlik ve doğal haklar veya daha sonra insan hakları kavramları) olduğunu farzettiğimiz şeylerin temelini sorguladığımızda onlar için bilimsel bir gerekçe bulmakta zorlanıyoruz. Bu gibi endişeler Alasdair MacIntyre gibi düşünürleri, hakların sadece insan yapımı şeyler oldukları ve bu nedenle liberalizm için itiraz kabul etmez bir temel sağlayamayacakları sonucunu çıkarmaya sevketti. Bunlara benzer endişeler bu kavramların kökenlerinin giderek pekçok farklı kesimden düşünürler tarafından sorgulanmasına, bu kavramların belki de liberalizm ve modernite öncesi bir geleneğin insan-yapımı ürünleri olup olmadıklarının ve, eğer öyleyse, ne ölçüde öyle olduklarının merak edilmesine yol açtı. Neticeleri iyi de olsa kötü de olsa Carl Schmitt ve daha sonra Eric Voegelin gibi erken yirminci yüzyıl düşünürleri modern liberal doktrinlerin Hristiyan kökenleri meselesini –farklı şekillerde– ortaya attılar. 1970 ve 1980'lerde bu mesele Hans Blumenberg ve Amos Funkenstein ve kısa bir süre sonra diğer birçok kişiyle birlikte Jeremy Waldron, Charles Taylor ve Joshua Mitchell tarafından daha kapsamlı bir biçimde gündeme getirildi. Bunlar artık sadece ıssız bir ormanın ortasındaki çığlıklar değil, liberalizmin kendisinden önceki Hristiyan geleneğine olan borcu meselesinin yeniden değerlendirilmesi çağrısında bulunan sözügeçer bilginler (scholars) idi.
İsmail Kurun’un bu özenli kitabı modern sosyal ve politik hayatın dini temellerini soruşturan daha önceki araştırmalar üzerine dayanmaktadır. Kurun, özellikle liberalizmin teolojik ve büyük ölçüde Protestan kökenlerine odaklanmaktadır. Hepimizin yaptığı gibi o, başkalarının çalışmalarından bir hayli yararlanmaktadır, ancak bize nadir bulunan daha geniş bir fikirler tarihinin şumullü bir sentez şeklindeki anlatısını sunmaktadır, ki bu anlatı, insaflı bir şekilde, teolojik tarafgirlikten uzaktır. Bu anlatı eksiksiz bir anlatı değil—tarihin bu noktasında böyle birşey beklemek çok fazla şey beklemek olurdu. Bu anlatı daha ziyade, başkalarının, ayrıntıları tamamlamaya başlamalarına izin verecek daha geniş bir resimle hesaplaşmaya doğru önemli bir ilk adımdır. Böyle bir proje kendi içinde bazı riskler bulundurmuyor değildir, ve bireysel araştırmacılar bunun içinde kaçınılmaz olarak küçük itirazlarda bulunacakları çok şey bulacaklardır, ancak daha sınırlı araştırmaların sonuçlarını biraraya getiren daha genel bir anlatı sunma girişiminin değerini hafife almamalıyız. Bu nedenle bu derece kapsam ve dikkat içeren önemli bir eser yayımlamadaki gayret ve cesareti için Kurun’a teşekkür etmeliyiz.
Duke Üniversitesi
          21 Şubat 2016
[1] Fransızca aslı “Écrasez l’infâme!” Fransız düşünür Voltaire tarafından batıl inançların yok edilmesini savunan bir slogan olarak kullanılmıştır. ç.n. (çevirenin notu).  

GİRİŞ
 Çok az keşif, fikirlerin şeceresini ortaya çıkaran keşiflerden daha çok rahatsız edicidir.
      Lord Acton[i]
Liberalizmin teolojik kökenlerini araştırma fikri, sosyalist bir sosyo-politik kuramcı olan bir hocamla adalet üzerine tartışırken aklıma geldi. Hatırlamadığım bir nedenden dolayı bir noktada hocamla ilahi adalet üzerine tartışmaya başlamıştık. Böylece tartışma bir anlamda ilahi adalet konusuna yönelik liberal ve sosyalist yaklaşımlar arasında bir tartışmaya dönüştü. Argümanlarımı mantıkî sonuçlarına kadar uzatmaktan kaçınmadığım için, ilahi adalet konusundaki pozisyonum muhtemelen kendisine rahatsız edici bir şekilde aşikar hale geldi, ve hocam aniden “Ben senin inandığın Tanrı’ya inanmıyorum.” dedi. Bu benim için ilginçti, çünkü aynı dine inandığımızı bildiğimden, aynı Tanrı’ya inanmamız gerektiğini düşünüyordum. Siyaset ile din arasındaki ve daha geniş anlamda felsefe ve teoloji arasındaki ilişkiler üzerine kafa yorduğum ve okuduğum için farklı ideolojilerin farklı Tanrı tasavvurları olduğunun farkındaydım. Tartışma esnasında hocamın sözlerinin farklı ideolojilerin kendilerine özgü farklı Tanrı tasavvurlarına sahip oldukları yönündeki fikrin doğruluğunun en somut örneği olduğunu hissettim. O günden sonra okurken, düşünürken ve çeşitli yerlerde tartışırken bunu aklımın bir köşesinde tuttum. Bu konuya ne kadar kafa yorduysam, resim o kadar netleşti. Bu yüzden liberalizmin teolojik kökenlerini araştırmaya karar verdim ve böylece bu kitap ortaya çıktı.
Liberalizmi, “siyasette veya teolojide liberal görüşlerin desteklenmesi” olarak tanımlayan on dokuzuncu yüzyıl Oxford İngilizce Sözlüğü, liberalizm ile teoloji arasındaki ilişkinin farkında görünmektedir.[1] Peki, erken modern dönemin herhangi bir bilginine oldukça açık görünen bu ilişki neden dikkate değer bir ilgi çekmedi? Bunun temel nedeninin modernite, Aydınlanma ve liberalizmin genellikle Ortaçağdan bir kopuş olarak görülmesi olduğunu düşünüyorum. Bu indirgemeci paradigmanın, bilimcilikten (scientism) pozitivizme, ilerlemecilikten ruhban sınıfı karşıtlığına (anti-clericalism) kadar birçok faktörün sonucu olduğu kanısındayım. Öyle görünmektedir ki Fransız Devrimi’nden başlayarak Fransa’nın yaşadığı çalkantılara eşlik eden sosyo-politik değişimler; örgütlü kilisenin feshedilmesi, kurucu rasyonalizm ile desteklenmiş bir sivil dinin yaratılması, bilimcilik ve milliyetçilikle boyanmış romantizm gibi bir kısmı Fransız philosophe’larının büyük projeleri olan olguları Aydınlanmanın numunesi olarak gösteren bir zihniyetin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Başka bir deyişle, İngiliz ve İskoç Aydınlanmalarının Fransızlarınkinden önemli ölçüde farklılaştıkları iyi bilinmesine rağmen bu yaygın zihniyet, felsefeciler ve sosyal bilimciler arasında, liberalizm ile Hristiyanlık arasındaki teolojik ilişkinin mevcudiyeti ihtimalini görmezden gelmekle sonuçlanacak genel bir eğilim yaratmışa benzemektedir. Aslında felsefe ve siyaset teorisinin modern bilginleri zaten teoloji ile ilgili neredeyse herşeyi hafife alma eğilimindedirler. Ana akım bir modern siyaset teorisyeni bir kitapta Araf, Aşai Rabbani Ayini, İlahi Lütuf ile Kurtuluş (Salvation by Grace), transubstantiation[2] gibi teolojik terimlerle karşılaştığı zaman muhtemelen onları hızlı bir şekilde geçecektir. Dolayısıyla, az sayıda siyaset kuramcısının teoloji bilmesi ya da teolojiyle ilgilenmesi şaşırtıcı değildir. Hem bir felsefe (özellikle siyaset felsefesi) hem de bir teoloji allâmesinin, modern Batı uygarlığının en önemli iki unsuru olan Hristiyan teolojisi ve liberalizm arasındaki ilgi çekici ilişkinin derinliğini şimdiye kadar araştırmamış olması üzücüdür. Bu kitap bu ilişki üzerine derinlemesine bir çalışma olarak görülmemelidir. Kitabın başarmaya çalıştığı şey, sadece, Hristiyanlık ve liberalizm arasındaki karmaşık ilişkinin anahatlarını tek bir cilt içinde sunmaktır. Umarım bu kitaptaki boşluklar bireysel araştırmacıların çalışmaları ile doldurulur ve liberalizmin teolojik kökenlerinin bu küçük kitapta göstermeye çalıştığımdan daha net bir resmini zamanla elde ederiz.
Liberalizm ve Hristiyan teolojisi arasındaki ilişkiyi araştırırken yeni fikirler nadiren ortaya çıktığı için tarihin kolaylıkla birbirinden kesin bir şekilde ayrı çağlara bölünemeyeceği gerçeğinin giderek daha fazla bilincine vardım. Arthur O. Lovejoy, bunun sebebini şöyle açıklamaktadır:
Pek çok sistemin görünen yeniliği yalnızca içine giren eski unsurların düzenlenmesi veya sisteme uygulanması veya bu unsurların yeniliği nedeniyledir. Bu idrak edildiğinde, bir bütün olarak tarih, çok daha idare edilebilir birşey gibi görünmelidir. Tabii ki özü itibariyle yeni düşüncelerin, yeni sorunların ve onlarla ilgili yeni akıl yürütme biçimlerinin düşünce tarihinde zaman zaman ortaya çıkmadığını söylemek istemiyorum. Ancak mutlak yeniliğin bu kadar fazla zuhuru bana bazen zannedildiğinden çok daha nadir görünmektedir. Doğrudur, tıpkı kimyasal bileşimlerin, dokunulabilen niteliklerinde, kendilerini oluşturan elementlerden farklı oldukları gibi, aynı şekilde farklı mantıksal bileşimlere sahip olan felsefî doktrinlerin unsurları da her zaman kolaylıkla ayırdedilebilir değildir.[3]
Benzer şekilde Francis Bacon’ın bir keresinde söylediği gibi, “Zihnin ve elin eserleri kitaplarda ve mâmûlatta oldukça çabuk çoğalıyormuş gibi görünür. Fakat bütün bu çeşitlendirilmiş üretim, aksiyomların sayısından değil, aşırı incelikten ve bilinir hale gelmiş birkaç şeyden yapılan çıkarımlardan meydana gelir.”[4]
Her ne kadar tarihin birbirlerinden keskin bir şekilde ayrı parçalara bölünmemesinin daha güvenli olduğunu düşünüyorsam da, insan, entelektüel araştırmasına belirli bir noktadan başlamak zorundadır. Bu çalışmadaki başlangıç noktası Protestan Reformasyonudur. Liberalizmin, en önemlisi Protestanlık olan birçok faktörün birleşiminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı tezini ileri sürdüm. Liberalizmin kronolojik olarak Protestan Reformasyonu’ndan önce olan teolojik kökenlerini iki sebepten ötürü araştırmadım. Birincisi, liberalizmin ortaya çıkışındaki teolojik unsurları incelemek, çalışmamda liberalizmin Reformasyon öncesi teolojik kökenlerini de, tamamen olmasa da, büyük ölçüde incelediğim anlamına gelir, çünkü liberalizm herhangi bir zamanda Hristiyan teolojisinin herhangi bir kısmında bir teolojik kökene sahipse, bu, Reformasyon sonrası veya erken modern çağda ön-liberal (proto-liberal) ya da liberal yazarların bu teolojik kökeni liberal bir fikir için önkabul olacak veya liberal bir doktrine ilham verecek şekilde kullanmış olduklarındandır. Örneğin Brian Tierney, doğal haklar geleneğinin on ikinci yüzyıl hukukçularının çalışmalarına dayandığını oldukça inandırıcı bir şekilde ileri sürmüştür.[5] Mamafih, ben bu çalışmada doğal hak fikrinin kökeninin izini XII. yüzyıla kadar sürmüyorum; benim yaptığım şey, teolojik bağlamda kullanılan ya da erken modern dönemdeki bazı yazarlarca Hristiyanlıktan kaynaklanan bir önkabule dayandırılan doğal hak fikrinin aynı çağda John Locke’un elinde nasıl liberal bir teorinin temeli haline geldiğini göstermektir. Bir başka örnek ise, İkinci Avignon Papası XII. John (1244-1334) 14. yüzyıl kadar erken bir tarihte, insanların doğum anında özel mülkiyet hakkına sahip oldukları iddiasını İncil’e dayanarak ileri sürdü.[6] Ama, tekrar etmek gerekirse, ben 12. John’un özel mülkiyet hakkının savunulması konusundaki teolojik argümanlarını incelemedim, çünkü o, bu argümanlardan sonra herhangi bir liberal teori geliştirmedi. Bunun yerine, liberal felsefenin oluşum zamanında (yani erken modern dönemde) özel mülkiyet hakkının teolojik gerekçelerle nasıl savunulduğunu gösterdim. Liberalizmin teolojik köklerinin Protestan Reformasyonu öncesindeki izlerini sürmememin ikinci nedeni, bu işin, Hristiyan teolojisi hakkında yazılan eserlerin neredeyse tamamının taranmasını gerektireceğinden dolayı, basitçe, bu çalışmanın boyutunu aşmasıdır. Ek olarak, Michael A. Gillespie, Larry Siedentop, Brian Tierney gibi bazı bilginler tarafından yapılan çalışmalar bunu zaten yaptı; onlar zaten liberalizmin kronolojik olarak Protestan Reformasyondan önceki bazı teolojik kökenlerini incelediler. Bu nedenle, tekrar ifade etmek gerekirse, ben liberalizmin teolojik kökenlerini yalnızca Reformasyon sonrası ve erken modern dönemde ön-liberaller ve liberal yazarların eserlerinde araştırdım ve yalnızca, birçoğu teolog olan bu yazarların Hristiyan teolojisine dayanarak, Locke’un elinde ilk liberal siyaset teorisinin oluşumuyla sonuçlanacak olan liberal fikir ve doktrinleri nasıl geliştirdiklerini göstermeye çalıştım.
Liberalizmin teolojik kökenlerini incelemek, bu kökenler düzenli bir desen arzetmediklerinden ötürü neredeyse şekilsiz bir resim çizilmesini gerektirir; bu kökenler gökyüzünde biçimsiz bir bulut gibidirler. Bu yüzden bölümler arasında bazı kopukluklar mevcut gibi görünebilir, ancak aslında kronolojik bir düzen vardır. Çalışmaya liberalizmin Protestan temellerini incelemekle başladım ve ardından akit teolojisindeki (covenant theology) liberal unsurları araştırdım. Daha sonra Locke’un liberal siyaset teorisinin altında yatan teolojik fikirleri araştırdım ve ardından liberalizmin doğal hukuk ve doğal haklar teorileri üzerinde nasıl geliştirildiğini soruşturdum. En son bu teorilerdeki çelişkileri gösterme girişiminde bulundum ve hukuken çoğulcu klasik liberal bir siyaset teorisi önerisinde bulunarak çalışmaya son verdim—hepsi epeyce kronolojik bir sırada. İncelediğim zaman aralığı yaklaşık 1500-1750 arasıdır.
Michael A. Gillespie, John Marshall, Jeremy Waldron, Glenn A. Moots, Perry Miller, Kim I. Parker, Daniel J. Elazar, Brian Tierney, Max Weber, John Dunn ve Frank van Dun gibi bilginler tarafından yazılmış çeşitli eserler, bu kitapta incelediğim konunun çeşitli yönlerini ele almışlardır. Bunların arasında Modernitenin Teolojik Kökenleri (The Theological Origins of Modernity) (Gillespie), John Locke: Direniş, Din ve Sorumluluk (John Locke: Resistance, Religion and Responsibility) (Marshall), Tanrı, Locke ve Eşitlik: Locke'un Siyasi Düşüncesinin Hristiyan Temelleri (God, Locke and Equality: Christian Foundations in Locke’s Political Thought) (Waldron), ve Reforme Edilmiş Siyaset: Ahit Teolojisinin Anglo-Amerikan Mirası (Politics Reformed: Anglo-American Legacy of Covenant Theology) (Moots) özellikle önemlidir.
Lafı uzatmadan, kitabın içeriğine ve hedeflerine kısaca değinmeme izin verin. Birinci bölümde felsefe ile teoloji arasındaki ilişkiyi inceliyorum ve bu ilişkinin epistemolojik, metafizik ve hukuki-ahlaki-politik olmak üzere üçe ayrılabileceğini öne sürüyorum. Orada açıkladığım nedenlerden dolayı felsefe ile teoloji arasındaki karmaşık ilişkilerin mevcudiyetinin kaçınılmazlığını göstermeye çalışıyorum. İkinci bölümde liberalizmin Protestan temellerini inceliyorum. Protestanlığın Avrupa ve İngiltere’deki geçmişine kısaca değindikten sonra, Protestanlığın bireysellik, eşitlik ve özgürlüğün ortaya çıkmasındaki etkisini tartışıyorum. Protestanlığın bu değerlerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığını savunuyorum. Daha sonra reform liderlerinin öğretilerindeki rasyonalist ve hümanist yönleri inceliyorum ve Protestanlığın, liberalizmin içinde gömülü bulunan rasyonalizmin ve hümanizmin ortaya çıkışlarına katkıda bulunduğunu savunuyorum. Ardından, ekonomik liberalizm, kapitalizm ve dini hoşgörü fikrinin doğmasını incelemekle devam ediyorum. Nihayetinde, Protestanlığın onların ortaya çıkışında önemli bir rol oynadığını sonucuna ulaşıyorum.
Üçüncü bölümde toplum sözleşmesi teorisi, anayasalcılık, federalizm ve modern demokrasinin ahit teolojisindeki kökenlerini araştırıyorum. Ahit teolojisinin tarihini kısaca anlattıktan ve Protestan Reformasyonu sürecinde ahit teolojisinin nasıl yeniden canlandırıldığını gösterdikten sonra, bu doktrinlerin, düşüncelerin ya da sistemlerin (toplumsal sözleşme doktrini, anayasalcılık, federalizm ve modern demokrasi) ya ahit teolojisinden esinlendiğini ya da temel düşüncelerini doğrudan ondan aldığını iddia ediyorum. Dördüncü bölüm Locke’un siyaset felsefesinin teolojik kökenlerini incelemekte ve Locke’un liberal siyaset teorisini bariz bir şekilde Hristiyan teolojisinden alınmış fikirler üzerinde geliştirdiğini ileri sürmektedir. Beşinci bölümde doğal hukuk ve doğal haklar gelenekleri ve liberalizm arasındaki teolojik ilişkiyi araştırıyorum. Doğal hukuk teorisinin tarihsel sergüzeştini açıkladıktan sonra nasıl onun, doğal haklar teorileri ile birlikte, üzerinde liberal fikirlerin geliştirileceği temel haline geldiğini inceliyorum. Locke açıkça liberal siyaset teorisini Hristiyan teolojisiyle bağlantılı doğal haklar teorisi üzerine kurmuştur. Son bölümde doğal hukuk ve doğal haklar teorilerinin liberal doğal haklar teorilerini çıkmaza sokan içkin bir çelişkiye sahip olduğunu iddia ediyorum. Toplumların giderek çok-dinlileştikleri bir dünyada, “makuliyetlerin çoğulculuğu” problemine bir çözüm olarak hukuken çoğulcu klasik liberal bir siyaset teorisi öneriyorum. Böyle bir teorinin birlikte yaşamayı neden kolaylaştırabileceğini açıklasam da, bu çalışmanın sınırlarını aştığı için, bunun nasıl yapılabileceğini gösterme girişiminde bulunmuyorum.



  

[i] John E. E. Dalberg ve Lord Acton, The History of Freedom and Other Essays, ed. John N. Figgis ve Reginald V. Laurence (Londra: Macmillan, 1907), 62.
[1] Sir James Augustus Henry Murray, The Compact Edition of the Oxford English Dictionary, I. cilt (Oxford: Oxford University Press, 1971), 1612.
[2] Hristiyan ayininde sunulan ekmek ve şarabın İsa’nın eti ve kanına dönüştüğüne dair Katolik doktrini. (ç.n.)
[3] Arthur O. Lovejoy, The Great Chain of Being: A Study of the History of an Idea (Cambridge: Harvard University Press, 2001), 4.
[4] Francis Bacon, The New Organon, ed. Lisa Jardine ve Michael Silverthorne (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 2003), 34.
[5] Brian Tierney, The Idea of Natural Rights: Studies on Natural Rights, Natural Law, and Church Law, 1150–1625 (Atlanta: Scholars Press, 1997); Brian Tierney, “The Idea of Natural Rights–Origins and Persistence,” Northwestern Journal of International Human Rights 2, 1 (Spring 2004).
[6] Charles J. Reid, Jr. “The Medieval Origins of the Western Natural Rights Tradition: The Achievement of Brian Tierney,” Cornell Law Review 83 (1998), 15. 



Kitap hakkında yazılanlar:


“İsmail Kurun’un bu özenli kitabı modern sosyal ve siyasî hayatın dinî temellerini araştıran önceki çalışmalardan yararlanmaktadır. Bu derece kapsam ve dikkat içeren önemli bir eser yayınlamadaki gayret ve cesareti için Kurun’a teşekkür etmeliyiz.”
Prof. Michael A. Gillespie, Duke Üniversitesi, Felsefe & Siyaset Bilimi Profesörü ve “The Theological Origins of Modernity (Modernitenin Teolojik Kökenleri)” (Chicago Üniversitesi Yayınları, 2008) kitabının yazarı

"Tarih, ilahiyat, ahlak ve siyaset bilimine ilgi duyanlar için kitap genel olarak çok ilginç ve okumaya değer. ... Yazarın kaynakları kullanışı kayda değer. Yazar din, siyaset ve ahlakı birbirlerinden koparıcı bir tarzda yaklaşmanın tehlikelerine dair iyi bir kavrayışa sahip. Zihin açıcı bir kitap."
Doç. Dr. Jonathan S. Marko (Cornerstone Üniversitesi), Journal of Markets and Morality

“Kurun ... liberalizmin Protestan teolojisine olan borcunun güçlü bir tarihsel analizini sunuyor.”
Dr. Thomas F. X. Varacalli (Texas State Üniversitesi), Journal of Anglican and Episcopal History

“Schmitt, ‘Modern devlet teorisinin tüm önemli kavramları sadece tarihsel gelişimleri nedeniyle değil aynı zamanda sistematik yapıları nedeniyle de sekülerleştirilmiş teolojik kavramlardır.’ demiştir. Bu hipotez halen tartışmalıdır, ancak Kurun cesur bir şekilde diğer önemli bilginleri izlemekte ve şayet liberal fikirlerin doğasını anlamak istiyorsak bu hipotezin ihmal edilemeyeceğini göstermektedir.”
Yrd. Doç. Dr. James Alexander, Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi & Kamu Yönetimi Bölümü


“Modern dünyanın, öncelikli olarak seküler Aydınlanma düşünürlerinin yarattığı birşey olduğu görüşü çoktan gözden düşmüştür. Yine de bu görüş hâlâ ısrarla yaşayan bir mittir. Kurun’un kitabı, Hristiyan teolojisinin moderniteyi şekillendirmekte oynadığı rolün açıklanmasına önemli bir katkı yaparak, okuyucuların modern dünyanın Hristiyan düşünce ve pratik tarafından şekillendirildiği şaşırtıcı yolları görmelerine yardım edecektir.”
Dr. Samuel Gregg, Acton Enstitüsü (The Acton Institute for the Study of Religion & Liberty), Araştırma Direktörü

“İsmail Kurun’un kitabı liberalizmin ortaya çıkışına dair literatürdeki boşluğu doldurmaktadır.”
Dr. Benedikt Koehler, Economic Affairs Dergisi

Satın almak için tıklayın.